Nağme-i Aşk'ın yayınına başladığımızda, "Bu çalışmaya neden ihtiyaç duyuldu?" başlığı altında, maksadımızı açıklarken Sadeddin Nüzhet Ergun'dan bir iktibâs yapmış ve arkasından da "Sadeddin Nüzhet merhûmun da işâret ettiği gibi mûsıkîmizin aslına uygun olarak yaşatılması münhasıran notaya bağlanmak yerine fem-i muhsinden talim etmekle yani meşk usûlüyle mümkündür" demişdik. Türk Mûsıkîsinin husûsiyyetlerinden bir de kendine has icrâ usûlüdür. Bilenler bilir ki, Türk Mûsıkîsi diğer müzikler gibi büyük topluluklarla, orkestralarla, büyük korolarla icrâ edilirse hiç zevk vermez, bütün karakterini kaybeder. Türk Mûsıkîsinin karakteri ancak meclis mûsıkîsi olarak icrâ edilirse ortaya çıkar. Tadına da ancak böyle varılır.
Geçenlerde kaybettiğimiz, kendisi de meşk meclislerinde yetişmiş olan pek kıymetli mûsıkîşinâslarımızdan Cüneyt Kosal, Bülent Aksoy'un gerçekleştirdiği bir radyo mülâkatında bu öneml, mes'eleye şöyle temâs ediyor :
B. A. : Meclis mûsıkîsi canlı konserden de farklı değil mi?
C. K. : Hepsinden farklıdır. Çünkü orada dinleyenler, çalan-söyleyen hepsi bir arada kendi zevkleri için çalıp söylerler. Orada tenkid yokdur. Halbuki bir konserde karşında oturana en iyisini vermen lâzım, en ufak bir hatâda da şiddetle tenkid edilebilirsin. Meclis mûsıkîsinde samîmiyyet var, zevk var. Herkes yapabildiğinin en iyisini yapar ama bunun bir korku ile alâkası yokdur.
B. A. : Türk mûsıkîsi zâten yüzyıllar boyunca meclislerde icrâ edilmedi mi?
C. K. : Tabii tabii. Zâten sizinle özel konuşurken de söylemişdim. Türk mûsıkîsi aslında bir salon mûsıkîsidir, meclis mûsıkîsidir. Böyle büyük orkestramsı toplulukların işi değildir. Çünkü bütün özellikleri ancak böyle ortaya çıkar. Öbür türlü kalabalık gruplarda Türk Müziğinin özellikleri maalesef kayboluyor.
B. A. : Sazların ayrı ayrı seslerini duymak imkânsız hâle geliyor.
C. K. : Tabii tabii. Bakın meselâ eski kayıtlar var. Radyo yayınlarında bir soloda dört ya da en fazla beş saz çalıyor. Onun heyecânını bir düşünün. En nihâyet 35-40 dk bir prova yapıyorsunuz. Sonra kırmızı ışık yanıyor. Orada artık saklanamazsın. Yani mutlaka çalmanız lâzım. Her yaptığınız duyulur. Halbuki otuz kişilik bir saz heyetinin içinde kaybolur gidersiniz. Arada atladığın yer de olur, akordun iyi olmayabilir.
B. A. : Bu kayıtları dinledikçe bir de şunu görüyorum. Konser disiplini değil, radyo disiplini değil, insan içindeki hissettiği duyguları daha serbestçe, özgürce, ortaya dökebiliyor. O andaki duygusal durumunu icrâya yansıtabiliyor, bu da meclis mûsıkîsinin bir karakteri. Başka yerlerde hissedemediğimiz şeyleri burada hisseder oluyoruz.
C. K. : Tabii. Bence bu bizim mûsıkîmizin hem karakteri hem de üstün tarafı.Çünkü hiç bir kayıt yok, dediğim gibi pir plağa taksîm edecek olsanız, binbir endîşe içinde çalarsınız. Acabâ elim mi kayacak? Yanlış perde mi basacağım? Halbuki meclis mûsıkîsinde herkes sizi severek dinliyor, tenkid etmek için değil. Zâten kendi de çalacak, kendi de söyleyecek. Dediğim gibi böyle bir meclisde, mûsıkî zevkinin en üstün hisleri duyulabilir.
B.A. : Siz bunu bu evlerde hissettiniz değil mi? Meselâ Yektâ Akıncı'da, Necmettin Hakkı İzmirli'de.
C.K. : Bu mûsıkî meclislerinin benim yetişmemde çok rolleri vardır. Allah'dan. Çünkü dediğim gibi, meşk ortamına düşmüş oldum. Eğer direk bir derneğe gitmiş olsaydım, işte bazı yazıldığı şeylerle filan yetişecekdim. Hem de çok değişik yerlere gidince, her yerden bir şey alıyor insan.
B.A. : Konservatuarların olmadığı bir dönemde, nasıl radyo bir okulsa, bu meclisler bir okuldu diyebiliriz değil mi?
C.K. : Tabii tabii. Övünmeyi hiç sevmem ama ben radyoda aranan bir refâkat sazıydım. Bunun en başda gelen sebebi de çok çeşitli yerlerden çok şeyler almış olmamdır. Meselâ bir solist okurken ben hem çalar hem de içimden berâber okurum onu ve ne yapacağını iyi bilirdim. İşte bunlarda hep o toplulukların katkısı vardır. Hepsini saymadım ama ârızî olarak gittiğim pek çok yer var. Nereyi bulsam giderdim.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder