Sayfalar

5 Nisan 2015 Pazar

Zâkirbaşı Salahaddin Demirtaş (Salâhî Dede)


SALAHADDİN DEMİRTAŞ (SALÂHÎ DEDE)*
1912-1997

Abdullah Salahaddin Demirtaş, 1 Mart 1912'de İstanbul, Kasımpaşa'da dünyâya geldi. Babası, Deniz Subayı ve devrin önemli zâkirbaşı ve âyinhânlanndan, giriftzen, Tarîk-i Uşşâkiyye'den Demirtaş Hüsâmeddin Efendi, annesi Şerîfe Hanım'dır, Ablası Şaziment Hanım, kânûnî ve ûdîdir.

Salahaddin Demirtaş, ailesinden dinlediği şekliyle dünyaya gelişini şöyle nakleder :
"Uşşâkî Âsitânesi Şeyhi Mustafa Efendi, babama 'Abdullah geliyor mu?' diye sormuş. Babam şaşırmış, bir şey dememiş. Başka bir gün yine 'Abdullah geliyor mu?' diye sorunca babam annemin hâmile olduğunu anlamış ve nihâyet Efendi üçüncü kez sorunca, 'geliyor efendim' demiş. Mustafa Efendi, 'Öyleyse hamli vukû'unda gel, Hazret-i Pîr'in kılıcını vereyim, beline dolasın, bir hamlede doğurur' demiş. Öyle yapmışlar, kılıcı annem beline dolamış ve bir kere bağırmış ve ben dünyâya gelmişim ve başlamışım ağlamaya. Ağlamışım, ağlamışım, bir gün, iki gün, üç gün devam ediyor ağlama, hiç kesilmiyor. Ablam 'bunu Şeyh Efendi'ye götürelim' demiş. Giydirmişler beni, üç günlük çocuk, alıp dergâha götürmüşler. 'Hazret-i Pîr'in yanına varınca bir iç geçirdin, sustun, bitti ağlaman senin, bir daha hiç ağlamadın' diyor ablam. Efendi, pedere 'ismini ne koydunuz?' demiş. 'Efendim ismini siz koydunuz, Abdullah geliyor dediniz'. Efendi, 'Salâhî Hazretleriyle münâsebetleri var, ismini Salahaddin koyalım' demiş. Sonra almış beni okumuş. Sonra Hazret-i Pîr'in sandukasının ayak ucuna kundağımı açarak bir müddet bırakmış. Benim oraya bağlılığım böyle. Âilemden dinledim bunu, senin menkıben bu deyip dururlardı bana".
Salahaddin Bey'in ismini aldığı zât, Uşşâkî yolunun büyüklerinden, 1705-1782 târihleri arasında yaşamış olan Abdullah Salahaddîn Uşşâkî Hazretleridir. Büyük bir mürşid olan bu zât-ı akdes, Tarîk-i Uşşâkiyye'de üçüncü pîr kabûl edilmişdir...Kitâbet ve inşâda son derece temeyyüz etmişdir. Çok sayıda eser te'lif etmişdir...Edebiyatımızda başka bir nûmunesi olmayan Regâibiyye manzûmesi de O'nundur. Kabr-i şerîfi postnişîni olduğu Fâtih'deki Tâhir Ağa Tekkesi'ndedir.
Sağda Salâhî Dede mevlevî kisvesi ile
Salahaddin Demirtaş'ın mûsıkî ile ilk tanışması, ablası Şaziment Hanım''ın babası ile yaptığı meşklere iştirâk etmesiyle olur. Babası Hüsâmeddin Efendi, mûsıkîyi çok seven bir zât olduğundan evde fasıllar geçilir, ablası da sazıyla refakat edermiş. Salahaddin Bey pek çok şarkı ve güftelerini bu şekilde evde meşk etmiş.  

Tekke Mûsıkîsi sahasındaki mahfûzâtını, babası Hüsâmeddin Efendi ile berâber gittikleri tekkelerde edindi. 1919 yılında daha yedi yaşındayken başlayan bu dönem, her gece bir dergâha gitmek sûretiyle on üç yaşına kadar altı yıl devâm etti. Salahaddin Bey pek çok eser öğrendiği ve tekke ziyâretlerinin yoğun olduğu bu yılları şöyle anlatır :

''Yedi yaşımdan itibâren babam beni dergâh dergâh dolaştırdı. Yolda bana hep ilâhiler meşk ederdi. Gideceğimiz dergâhda o gece ne okuyacaksa o ilâhileri yolda bana öğretirdi. Gittiğimiz bütün dergâhlarda zikri babam idâre ederdi."
Ziyâret ettikleri dergâhlardan biri de Kasımpaşa Mevlevîhânesi idi. Kendisi birçok Mevlevî âyinini her pazar gittiği bu dergâhda öğrendi. Salahaddin Demirtaş, amcasının bu dergâhın son postnişîni olduğunu söyler.
Salâhî Dede'nin babası Demirtaş Hüsâmeddin Efendi
Hüsâmeddin Efendi, İstanbul'un işgâl altında olduğu yıllarda ailesini de yanına alarak Ankara'ya gitmek üzere yola çıktı. Fakat Yunan askerleri tarafindan yola devâm etmelerine izin verilmedi ve bir müddet İzmit'de kalmak zorunda bırakıldılar. Salahaddin Demirtaş, İzmit'de bulundukları dönemde de babasıyla birlikte dergâh ziyâretlerine devâm etti...

1929 yılında annesi Şerîfe Hanım ve 1930 yılında da babası Hüsâmeddin Efendi İstanbul'da vefât ettiler. Bu kayıpların ardından, evli ve iki çocuğu olan ablası Şâziment Hanım'ın Beyazıt'daki evine taşındı. 1930 yılında Vefâ Lisesi'nden me'zûn olan Salahaddin Demirtaş, askerlik vazîfesini Davutpaşa Kışlasında yaparak 1935 yılında terhis oldu. 1934 yılında da Semine Aksel Hanım'la evlendiler. Daha sonra ikinci defa askere çağrıldı ve 6 ay da Çanakkale'de vazîfe yaptı.  

Askerliğin ardından Okullar Saymanlığı'nda başladığı vazîfesinden, uğradığı bir haksızlık sonucu 1948 yılında ayrıldı. 1948 yılında, Muzaffer (Ozak) Efendi Hazretlerinin Süpürgeci Han'daki yayınevinde muhâsebe işlerinden sorumlu olarak görev aldı. Muzaffer Efendi Hazretleri ile iş münâsebeti ile başlayan bu berâberlik zaman içinde kökleşdi ve uzun yıllar sürecek bir kardeşlik ve kader birliği hâline geldi. Salahaddin Bey, 1950'den itibaren Muzaffer Efendi Hazretlerinin Süleymaniye Cami-i Şerîfinde "Enderûn Usûlü" ile kıldırdığı terâvih namazlarına devâm ederek bu usûle mahsûs müezzinlik yaptı. Muzaffer Efendi Hazretlerinin Süpürgeci Han'daki işletmesini, Ali Bilici ve Salahaddin Bey'e devretmesiyle Salah-Bilici Kitabevi kuruldu ve Salahaddin Demirtaş artık ''Kitapçı Salahaddin Bey" veya ''Kitâbî Salahaddin Bey' olarak anılır oldu.

Tekkelerin kapatılmasına rağmen sayıları çok az da olsa bazı ehl-i tarîk her türlü tehlike ve riski göze alarak, "Tekke Âdâbı"nı ve "Tekke Mûsıkîsi"ni meraklılarına öğretmeye devâm ettiler. İşte bu zevât arasında Salahaddin Demirtaş üstâdımızın hizmetleri hakîkaten çok kıymetlidir. Eski usûl ve âdâbı bizzât yaşamış bir zât olarak gençlere sabırla yıllarca aktarmak için her türlü fırsatı değerlendirdi. Birçok eser ve usûl O'nun sâyesinde kaybolmaktan kurtuldu.

Âsitâne-i Nureddin Cerrâhî'de bir meşk meclisi...Salâhî Dede sedirde en sağda...
Salahaddin Bey, 1956 yılından itibaren her perşembe Kasımpaşa'daki Rıfâî Dergâhında, salı günleri de Tophâne'deki meşhûr Kâdirî Dergâhında zikir meclislerine devâm etti. Bu yıllarda bazı özel ev toplantıları da olur, buralarda da zikir meclisleri kurulurdu. Bu evlerden en önemlisi her çarşamba gittiği Ekrem Hakkı Ayverdi'nin eviydi. Salahaddin Bey, Muzaffer Efendi Hazretlerinin tavassutu ile 1958 yılında Nureddin Cerrâhî Âsitânesi Şeyhi Fahreddin Efendi Hazretlerine intisâb etti. Üstâdımız, Fahreddin Efendi Hazretleriyle tanışmasını ve intisâbını şöyle anlatır :
"Muzaffer Bey (Ozak) beni bir pazartesi akşamı Fahreddin Efendi'ye götürdü. İçeri girdik, oturduk. Sefer Baba, Kemal Baba, Niyâzi, Zülfü, Şevki oradalar. Biraz tevhîd çekildi, ardından sohbet başladı. Efendi beni sordu, tanıttılar. 'Bize intisâb etmez mi?' diye sordu. Benim doğum meselem var ya. 'Efendim, Uşşâkîlerle bir bağım var' dedim. Efendi de, 'Bu dergâhda her tarîk var, Uşşâkî de var, Rıfâî de var, Bedevî de var Sa'dî de var' dedi. 'Otur, tut elimi!' dedi ve işte böyle oldu. Elini öptük, bağlandık''.
Ses rengi itibariyle nadir ve kıymetli seslerden olması, çok iyi fasıl bilmesi ve okuması sebebiyle kendisine Radyo'dan teklif gelmesine rağmen eşi Semine Hanım rızâ göstermediği için bu teklifi kabul etmedi.

İhtilâl sonrası dönemde ev toplantıları ve yapılan zikir talimleri neredeyse kapıların ve camların battaniyelerle örtülerek, sesin dışarı gitmesine engel olacak şekilde bir ürkeklik içinde yapılırdı. Salahaddin Bey, Hulûsi Gökmen, Câhit Gözkan ve Hâfız Kulaksız Burhan Efendi'nin de bulunduğu bir meclisde şâhid olduğu ibretlik bir hâdiseyi şöyle anlatır :

"Buyruğun tut Rahmân'ın ilâhisini okuyorlar. Tevhîde gel tevhîde. Oraya kadar söylüyorlar, ordan sonra nı nı nı nı Şaşırdım. Hepsi ağzını kapamış bir hımıltı gidiyor. Meğer 'lâ ilâhe illallah' demekten korkuyorlar, oraya geldiği zaman okumuyorlar da sesini yapıyorlar. Neden? Çünkü çok büyük bir sakınca hâsıl olmuş. Bu işten öyle bir sakınılmış nedense. Lâ ilâhe illallah diyeceksin, Allah Allah, Hû Hû, illallah diyeceksin, yani ne olur bunu demişsen? Şimdi buraya geldiniz, deminden beri Allah dedik, illallah dedik, lâ ilâhe illallah dedik, bir şey mi oldu? Ne kadar zor durumdaymışız, bunu bilin efendi! Bu fakîrin bizâtihî şâhid olduğu işler, uydurma yok."
Salâhî Dede Konya'da
Salahaddin Demirtaş'ın 1960 yılından itibaren Konya'da âyinhân olarak katıldığı Hazret-i Mevlânâ ihtifallerindeki hizmeti 1978 yılına kadar aralıksız devâm etti. İstanbul'dan bu törenlere trenle ve kalabalık bir heyet ile gidilirdi. Bu heyette mutrıbta görev alacak sanatkârlann yanı sıra Hazret-i Mevlânâ'ya gönül vermiş, sevenleri, âşıkları ve devrin önde gelen sîmâları da bulunurdu. Salahaddin Bey bu seyahatlerin neş'esini "İstanbul'dan binerdik, Konya'ya kadar söylerdik" diye anlatır.

Salahaddin Demirtaş, 1967'den itibaren Muzaffer Efendi Hazretlerinin ricâsı ile Efendi Hazretlerinin Postnîşini olduğu Âsitâne-i Hazret-i Nûreddin Cerrâhî'de Pazartesi meşklerine devâm ederek pek çok kadîm ilâhiyi gençlere ta'lîm etti. Ayrıca mütehassısı olduğu "Kıyâm Kelime-i Tevhîd Zikri"ni hem beden hareketleri vechesi ile hem de mûsıkî tarafı ile ta'lîm etti. 

Hem yaşının ilerlemesi hem de 80 ihtilalinin kendisinde oluşturduğu hassasiyet sebebiyle 1981 yılında Ali Bilici ile olan ortaklığını, emekli olmak sûretiyle noktaladı. Emekliliğinin ardından meşklerine evinde devâm ederken, dostlannın evlerinde de özellikle "Kıyâm Kelime-i Tevhîd" ta'lîmleri yaptırdı. İşte bu meşkler sadece zikir ta'lîmlerinin yapıldığı ve ilâhilerin meşk edildiği toplantılar değil, Salahaddin Bey'in, âdâbı ve erkânıyla tasvvuf neşvesini genç talebelerine aktardığı, bir nevi tasavvuf terbiyesi verdiği derslerdir.


Âsitâne-i Hazret-i Pîr Nureddin Cerrâhî'de bir meşk meclisinde...
Salahaddin Demirtaş, hocalarının başında ''Ben kıyam reisliğini de mûsıkîyi de babamdan öğrendim" sözleriyle babası Hüsâmeddin Efendi'yi sayar ve en çok ondan istifâde ettiğini söylerdi. Ayrıca Münir Nureddin Selçuk ve Sâdi Hoşses'in de hocası, Kâdirî Zâkirbaşısı ve Şeyhi olan Kasımpaşalı Şeyh Cemâl Efendi, Hüseyin Sebilci, Albay Salahaddin Gürer ve Cerrâhî Âsitânesi Zâkirbaşısı Necâtî Efendi'den de istifâde etmiştir. Klasik fasılları çok iyi bildiği ve okuduğu bilinen Salahaddin Bey'in bu alandaki hocası, Okullar Saymanlığındaki memûriyeti esnâsında tanıştığı başkâtibi Sâdi Erden Bey'dir. Ûdî Sâdi Bey'in evinde yapılan fasıl meşklerine Hâfız Kerim, Hâfız Mecid ve Hulûsi Gökmen de katılırdı. Bu isimlerle beraber, yaşadığı dönem ve bulunduğu muhit itibariyle, özellikle Tekke Mûsıkîsi sahasında Tarîk-i Cerrâhiyye'den Şeyh Fahreddin Efendi, Tarîk-i Rıfâiyye'den Şeyh Muhyiddin Efendi, Tarîk-i Sa'diyye'den Şeyh Râşid Efendi ve Şeyh İzzî Efendi, Tarîk-i Kâdiriyye'den Şeyh Gavsî Efendi ve Şeyh Nazmî Geylan Efendi, Saadeddin Heper, Hopçuzâde Hâfız Şâkir Çetiner gibi pek çok kıymetli zevâtdan istifâde ile kendisini yetiştirmiştir...

Salahaddin Bey edindiği büyük tecrübe ve mahfûzâtın bir semeresi olarak 1970 yılından itibâren besteler de yapmaya başladı. Her biri birbirinden kıymetli bu bestelerin, Tekke Mûsıkîmizde mümtâz yerleri vardır. Artık Salahaddin Demirtaş, bestelerindeki yüksek mûsıkî zevki ve ustalığına ithâfen "Salâhî Dede" olarak anılacaktır.

Salâhî Dede, nasıl beste yaptığını şöyle ifâde etmişdir :

"Bu işler benden değil, ben kendimi biliyorum. Bu benim merbûtiyyetimden, bağlılığımdan ileri geliyor, zuhûr ediyor. Yoksa zuhûr etmez. Ben de kendime okuyorum, şaşırıyorum. Allah Allah diyorum, nasıl yapmışım ben bunu. Demek ki başka bir sebeb var. Dergâha devâm ediyorum ya ben, Karagümrük'e, oradan gelen bir aşk var. Oradan gelirim, otururum pencerenin önünde, ilâhi yaparım, saat dörtten sonra. Neden? Daha hızımı alamamışım. İşte bu ilâhilerin bir çoğu böyle çıktı. Oradan anlıyorum ki bunlar benim değil, bana söyletiyorlar bunu, yaptırıyorlar."
Bu derece tevâzu sâhibi olan Salahaddin Bey'in Şevkutarab makâmından bestelediği ''Ben bilmez idim gizli ayan hep sen imişsin" ilâhisini dinleyen kıymetli mûsıkîşinâs ve bestekârımız Cinuçen Tanrıkorur'un, Dede Efendi'yi işâret ederek söylediği şu söz, Salâhî Dede'nin bestekârlık kudretini beyân bakımından çok önemlidir : "Dede mi oldun be mübarek!".

Salâhî Dede'nin, kültür ve mûsıkî dünyâmızın önde gelen isimlerinden Ekrem Hakkı Ayverdi, Sâmiha Ayverdi, Hâfız Yaşar Okur, Kâzım Büyükaksoy, Muzaffer (Ozak) Efendi, Sefer (Dal) Efendi, Kemal Evren, Hâfız Kemal Tezergil, Zâkirbaşı Zühdü Bey, Hâfız Hüseyin Tolan, Câhit Gözkan, Sabahaddin Volkan, Ahmet Hatipoğlu, Necdet Tanlak gibi isimlerle dostluğu ve sohbeti oldu. Yusuf Ömürlü, Ömer Tuğrul İnançer, Ahmet Özhan, Güner Aygün, Hasan Semerkantlı, Ahmet Muhtar Gölge, Emre Ömürlü ve ismini sayamadığımız daha bir çok kişi, kendisinden istifâde etmiş talebeleri olarak zikredilebilir.

Kuvvetli ve bas bir ses rengine sâhib olan Salahaddin Demirtaş, yapılı, vakûr, ciddî, samîmî, müşfik, kibar, çok hisli, ince ruhlu, cömert, güzel Türkçe konuşan, kültürü, tam bir "İstanbul Beyefendisi" idi.

Salahaddin Demirtaş, 1986'da ilk kalp krizini geçirdi ve 52 gün sonra sağlığına kavuştu. Bu rahatsızlığı sigarayı bırakmasına vesîle oldu. 11 sene sonra 1997'de ikinci kalp krizini geçirdi. Hastahânede vefâtından bir gün önce kendisini ziyârete gelen dostlarına, 
''Artık yapılacak bir şey yok! Bana Pîrân göründü" diyerek, vaktin tamam olduğunu haber verip evine gitmek istedi ve 5 Mart 1997 Çarşamba akşamı Hakk'a yürüdü. Ertesi gün Söğütlüçeşme Camii'nde kılınan cenâze namazının ardından, Çengelköy Mezarlığı'nda defnedildi. Rahmetullahi aleyhi ve rahmeten vâsia.

Rûhu şâd olsun.

ARŞİV KAYITLARI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder